17 Ekim 2021 Pazar

Ulucanlar Cezaevi Hafıza Müzesinin neyi eksik?


 


Türkiye’de toplumun hafızasızlaştırma nasıl yapılıyor? Yazarlar, PKK ve sol örgütlerin mağdur ettiği insanları romanlarına öykülerine konu etmeyerek, şairler şiirlerine, ressamlar resimlerine, yönetmenler filmlerine…insan hakları örgütleri raporlarına, gazeteciler de haberlerine yazılarına konu etmeyerek. 

 

Peki Türkiye'de yapılan hafızasızlaştırmaya Batılı ülkeler nasıl katkı sunuyor? Şöyle: PKK ve radikal sol örgütlerin yaratmış olduğu mağduriyetlerle ilgili projelere destek olmuyorlar. STK'larda bunu bildikleri için bu konulara girmiyorlar. Bugün Türkiye’de bir çok insan hakları örgütünde, devletin yol açtığı binlerce mağduriyet üzerine belge, rapor ve yazılar bulabilirsiniz. Ama PKK ve sol örgütlerin yaratmış olduğu mağduriyetler üzerine bir tane rapor ve belge bulamazsınız. Çünkü kimse tutmuyor bunların kayıtlarını. Geçmişle yüzleşme, toplumsal bellek ve hafıza gibi konularda çalışma yapan dernek ve örgütler adeta işbirliği yapmışçasına bu konulardaki çalışmalarına PKK ve radikal sol örgütlerin yaratmış oldukları mağduriyetleri dahil etmiyorlar. Yakın dönemde eski bir hapishane olan, Ulucanlar hapishanesi, hafıza müzesi oldu. Bu müzede de yapılan şey, sözünü ettiğim hafızasızlaştırmaya iyi bir örnek teşkil ediyor. 

 

Ulucanlar Hapishane Hafıza Müzesinin Neyi Eksik?

 

Müzede hapishane geçmişine dair neredeyse her şey var. geçmişte bu hapishanede olup bitenler birer eşya ile fotoğraflarla anlamlandırılmış. Deniz Gezmiş’in hırkası, Ahmet Arif’in ayakkabısı, Nazım Hikmet’in bir şiiri, hiç adı sanı duyulmamış ama orada bir dönem mahpus olmuş onlarca insanın adını görebiliyorsunuz. Peki bunda ne var, ne güzel işte dediğinizi duyar gibiyim. Tabi ki olmalı, zaten beni rahatsız eden şey ismi olanlar değil, ismi yazılmayanlardır. Mesela 1996 yılında bir görüş günü sevgilisiyle ziyaret yerinde görüş yaparken yoldaşları tarafından kör bir bıçakla öldürülen Ramiz Şişman’a ait bir şey göremedim. Ramiz öldüğünde hızını alamayan katil yoldaşı elindeki bıçağı Ramiz’in kalbine saplıyor. O bıçak uzun bir süre öylece bağrına saplı kalıyor. Mesela o bıçak müzede neden olmaz?

 

Yine aynı yıllarda radikal sol örgütler tarafından  bu hapishanede öldürülen Ulaş Şahintürk, Fatma Özyurt ve Hilal Füsun’a ait bir işarete belgeye de rastlayamadım. Halbuki koğuşlarında aylarca yoldaşları tarafından işkence yapılarak 1995 ve 96 yılında koğuşlarında öldürüldüler. Denizleri asan darağaçları dimdik duruyordu orada. Ama sol örgütler tarafından öldürülen kurbanlara ait hiçbir şey yok o müzede.

Şimdi tekrar soralım o müzenin neyi eksik? Vicdanı eksik vicdanı! 

Bir ülke hafıza müzelerinde işte böyle
 hafızasızlaştırılıyor!

1 Ekim 2021 Cuma

Walter Benjamin olsa…



 

Akademide, felsefede ve benzeri araştırma konularında (Sosyal medya paylaşımlarında da bazen rastlıyorum) bazılarına göre eğer okuduğumuz kitaplardan ve yazarlardan ne kadar çok alıntı yapıp yazdığımız metne giydirirsek, metin o kadar anlamlı içerikli olur. Bazen bir sayfalık bir metne Hegel’i, Kafka’yı ve Dostoyevski’yi sığdıranlar oluyor. Yok öyle bir şey, Walter Benjamin olsa o üç yazarı bir sayfalık "Pasaj" larına yediremez.

 

Bir de yazılan bir metinde ünlü felsefeci ve yazarların adı ne kadar çok geçerse metin daha iyi olur algısı da yanlış ve abartılıdır. Sürekli kitaplardan referans almak metni her zaman iyi metin yapmaz. Bir yazan için riskli metinlerdir bu türden metinler. İdol alıntılarına boğdurulmuş bir metin özgün olmaktan uzaklaşır. Yazanın kendi özgünlüğü kaybolur.

Eğer yazmakta olduğunuz metinde özgün bir hikaye yoksa, idol alıntıları altında ezim ezim ezilirsiniz ki, bu da bir yazarın kendini boşa çıkarması anlamına gelir. Akademik metinlerin fazla ilgi görmemesinin başlıca nedenlerinden birinin de bu olduğunu düşünüyorum.

 

Unutmamamız gereken şey şu olmalıdır, bütün özgün eserler başkalarından alıntılı metinler değil, yazarların kendi özgün düşüncelerinden ortaya çıkmış metinlerdir. Elias Canettı bir yazar özgünse yazardır der, değilse “yazan” olur. 

Herkes Dünyayı kendi bakışında taşır…

  Bir Sufi mankıbesinde okumuştum Dervişin biri günün belli saatlerinde şehrin hemen girişinde Dut ağacının gölgesinde dinlenirmiş. Şehrin g...