28 Nisan 2021 Çarşamba

Neden geçmişle yüzleşemiyoruz...?




Geçmişle yüzleşme girişimini insanın kendisiyle, insanın insanla, bireyden topluma, toplumdan devlete uzanan bir girişim olarak özetleyebiliriz. Bizim gibi ülkelerde gündelik hayatta pek karşılığı yoktur; ama biz istemesek bile, insanın insanla yüzleşmesi her an gündelik hayatta devam ediyor. “İnsan yüze bakar” sözü anlamlı gelir bana; “onun yüzü yok bakmaya” ya da “yüzü kızardı”, “yüzsüzün biri” gibi sözler ise hayatın her anında karşımıza çıkmakta. Ben “Birbirimize bakacak bir yüzümüz olsun” sözünü daha anlamlı buluyorum. Benim için yüzleşme konusunun asıl amacının bu olduğunu düşünürüm. Yoksa ki geçmişte olmuş bitmiş bir şeyin gelecekte insana ne faydası olacak diyenlerden biri olabilirdim. Ama asıl mesele, birbirimize bakacak ve bakılacak yüzlerimizin olmasında.

Geçmişle yüzleşmeyi bugün ve yarından bağımsız düşünemeyiz. Geçmişe tutulacak olan ayna daha iyi bir gelecek için olmalıdır. Bu nedenle yüzleşmeyi dün, bugün ve yarın olarak işletmek daha anlamlı olacaktır. Bugün ve yarından bağımsız olarak ele alınacak bir geçmiş, masal anlatılarından öte bir anlam taşımayacaktır. Başkasını bilmem, ama beni bu konuda yazmaya iten şey geçmiş değil, gelecek kaygısıdır.

Herkes gibi gelecek kaygısını yaşarken böylesi bir çalışmanın içinde buldum kendimi. “Neden barışamıyoruz; iç barışımızı neden gerçekleştiremiyoruz?” sorusunu dün de bugün de konuşup tartışmamıza rağmen bir türlü yol alamıyoruz. Bunun üzerine kafa yorup araştırmalar yaptığımda gördüm ki geçmişiyle yüzleşen toplumların bu iç barışı daha kolay ve sancısız gerçekleştiriyor. Bu yüzleşmeyi yapan ülkeler daha aydınlık yarınlara bakabiliyor ve demokratikleşme alanında daha iyi yol alabiliyor.

Geçmişi son derece sorunlu ve şaibelerle dolu bir toplumun iç barışını sağlayıp huzura kavuşması düşünülmemelidir. Söz konusu ülke Türkiye olunca bu konularda geç kalındığını vurgulamak gerekir. Bugün Türkiye’nin iç sorunlarının ağırlığı, geçmişinde bu sorunları çözememiş olmasından kaynaklanıyor; ama aynı Türkiye, geçmişi sürekli işleten bir ülkedir. Geçmişini işleten ülkelerde geçmişle yüzleşme çok zor gerçekleşir. Genelde her ülkenin kutsalı, kahramanı ve değerlisi olur; ama Türkiye gibi ülkelerde kahramanlar çok kahraman ve değerli olanlar çok değerli… Bu kadar kahramanı ve değerlisi olan bir toplum geçmişiyle yüzleşmede zorlanır. Çünkü insanlar siyaseten kahraman bildiklerinin hatasını görmek istemez. Bütün tarih kitapları, kahramanların uzun yaşadığını söyler.

Geçmişle yüzleşme ve barış gibi bir konuda yazıyorsanız yeri geldiğinde siyaseten “değerli” olana da dokunmak zorundasınız. Aksi durumda geçmişin yükü işlemeye devam edecektir. “Peki, bu kadar kahraman ve değerlisi olan bir toplum, geçmişiyle yüzleşebilir mi?” Geleceğini geçmişine esir etmiş bir toplumun bunu kolaylıkla yapamayacağı bilinmelidir. Sorunun cevabını başka ülkelerin deneyimlerinde görebiliriz. Elbette ki her ülkenin kendine özgü kahramanları ve değerlileri vardır. Buna rağmen geçmişleriyle yüzleşebilmişlerdir. En yakın zamanda Güney Afrika ve Latin Amerika ülkelerinden Şili ve Arjantin gibi ülkeler önemli oranda yaptı bu yüzleşmeyi. “Peki, Türkiye geçmişiyle neden yüzleşemiyor?” sorusunun cevabı “Neden Türkiye’de devrim olmuyor?” sorusunun cevabı kadar derin ve kapsamlıdır. Ama hiç zorlaştırmamız gerekmiyor. Bu çok zor gibi görünen soruna, basitten karmaşığa doğru yol almak daha akılcı bir yöntem gibi gözüküyor. Birçok sorun gibi bu sorun da adıyla çağrılmadı bu ülkede. ‘Geçmişle Yüzleşme’ gibi bir konunun Türkiye’de konuşulması son birkaç yılı geçmez. Bu yüzleşme bugün itibarıyla bu ülkede ne muhalif parti ve örgütlerin ne de devleti yönetenlerin çok istediği bir girişim değil. Cumhuriyet tarihi boyunca yaşanan bazı olaylar sonucunda düşüncelerinden dolayı insanlar haksız bir şekilde dışlandı ve cezalandırıldı. Devlet tarafından idam edilenler oldu (Sonraki yıllarda aynı devlet kurumları tarafından adlarına okullar, caddeler ve havaalanları yapıldı). Belli ki geçmişin bu kısmı görülmek istenmiyor. Geçmişin işletildiği ülkelerde geçmiş hiç geçmeyecektir. 

Bu ülkede insanlar, acı sonuçlara vesile olmuş geçmiş deneyimleriyle yüzleşmek yerine genellikle bu geçmişlerini savunmaktalar. Solcu ve sağcı çoğunluk “Geçmişimle onur duyuyorum!”; devlet yöneticisiyse “Geçmişimizde utanacağımız bir şey yok!” demekte. Yine sol mahalleden olanlar geçmişten bahsederken, “Devrimci geleneğimiz” (epey bir övünürler bu geçmişle de) deyip; gündelik yaşamda ise devletin yöneticileri ecdatlarıyla, radikal sol örgüt mensupları ise devrimci önderleriyle övünmekte. Oysa sahici bir yüzleşme yapmak isteyenler buralara dokunarak başlamalıdırlar. 

Kişisel yüzleşme deneyimi

Bu ülkede geçmişiyle sahici bir kişisel yüzleşme yapabilmek genellikle kolay değildir. Özellikle sol mahalle üzerine çalıştığım için kendi deneyimlerimden ve tanıklığımdan biliyorum. Sol mahallede geçmişiyle yüzleşen bireyler değil, geçmişiyle böbürlenenler daha çok sevilmekte. Hatta uzun yıllar aynı yaşanmışlıklarda ısrar edenler, davalarına toz kondurmayanlar daha bir kıymet görüyor bu mahallede. “Çok direnişçi biri”, “Yıllardır dik duruyor” sözleri ile bu kıymetleri taçlandırılıyor! Sol mahallede kişisel geçmişiyle yüzleşebilmiş verebileceğim örnek bir kişilik neredeyse yok. Bu durumda anlatabileceğim en sahici yüzleşme deneyimi kendi deneyimim olabilir. Solun ve Kürt’ün PKK mahallesini eleştirdiğim için bu mahallelerden kendime ve kitaplarıma karşı sürekli bir linç söz konusu. Bu linçe çanak tutanlar içinde yazarlar, akademisyenler, siyasetçiler de bulunuyor. Peki, ne diyorlar? Ortak tepkilerinin nefrete dönüşmüş hâli şöyle: “Geçmişinde hapis yatmış, örgütte kalmış, şimdi onları eleştiriyor. İkiyüzlülük yapıyor.” Ve bunu söyleyenler işi nefrete kadar götürebiliyor. Peki, böyle düşünenler haksız mı, haklı mı? Çok haksızlar! Çünkü geçmişle yüzleşme böyle bir şeydir zaten. Yüzleşme yapmak isteyen insan, kendi geçmişinden başlar bu yüzleşmeyi yapmaya. Örgütte maruz kaldığım ya da tanık olduğum yanlışları ancak ben bilebilir ve söyleyebilirim. Bunu benim adıma başkası yapamaz. Kişisel yüzleşme böyle bir şeyi zorunlu kılar. Bu konularla hiç ilgisi olmayan kimseler yapamazlar bu yüzleşmeyi. Sözünü ettiğim bu çevrelerde yüzleşme kültürü olmadığı, bu konulara aşina olmadıkları için ‘yüzleşme’ ile ‘baskı karşısında itiraf etme’yi aynı şey sanırlar. 

 

İçimizdeki Gardiyanla yüzleşmek

 

Aşırı uç bir radikal ideoloji, insanın içindeki gardiyandır. Yıllar geçmiş olmasına rağmen, bazen aklıma geldikçe üzülüyorum, hapishanede kaldığım yıllar boyunca akşam sayımlarında koğuş kapılarımızı üstümüze kapatan gardiyanları düşman görürdük. Öyle bir düşman ki bir gün mutlaka intikam alınması gereken bir düşman… Siyasi ideolojik mahpuslar için gardiyan, en yakındaki düşmandı. İşi gücü mahpus olmuş devrimcileri yok etmek, onlara tuzak kurup teslim almaktı.

 

Tahliye olduktan sonra, hapishane gardiyanlarımdan bazılarıyla dışarıda, bazılarıyla da proje çalışmaları yaparken hapishanelerde karşılaştım. Bana hiç düşman gibi görünmemişlerdi, hatta tanıyanlar beni gördüklerine çok sevinmişlerdi. Daha birkaç yıl önce düşman gördüğüm insanlarla birlikte çay içip sohbet ettik. Geçmişten, şuradan buradan konuştuk. Onlar da aynı bizim gibiymiş meğer… Mahpusların sorunlarıyla ilgilendiğimizi öğrendiklerinde sitem edip “Biz de şu hapishanede yarı vardiyalı mahpus sayılırız, insan hakları örgütleri bizimle ilgilenmiyor.” demişlerdi. Onlarla bu karşılaşmamız ezberimi bozmuştu. Birkaç yıl önce benim düşman olarak gördüğüm aynı gardiyan şimdi benden destek, ilgi bekliyordu. Bir süre bunun üzerine düşündüm, düşündükçe hapishane ve gardiyan algım paramparça oldu. Yıllarca bu insanları bana düşman gördüren ruh dünyamı sorguladım. Ulaştığım sonuç ise şuydu: Meğer beni tutsak alan şey hapishane gardiyanı değil, içimde korkuluğum olmuş olan ideolojik gardiyandı.

 

Hapishane sonrasını çok iyi hatırlıyorum. Gardiyandan kurtulmama rağmen içimdeki gardiyandan epey bir zaman daha kurtulamamıştım. O gün bugündür düşünüyorum; gün olur hapishanedeki gardiyandan da kurtulursun, ama içinde korkuluğun olmuş ideolojik gardiyandan kurtulmak kolay değildir. İnsan önce içindeki gardiyanla yüzleşmelidir. Kendi gardiyanız tarafından esir alındığınızda hiç bitmeyecek bir mahpusluğun esiri oluyorsunuz.

 

İçimdeki gardiyanın esiri olduğum zamanlarda algı dünyam şöyleydi; bir şey ya yanlıştı ya doğru, ya siyahtı ya beyaz, ya haklıydı ya haksız, ya iyiydi ya kötü. Böylesi düz bir akıl çok yoruyordu beni. Hayatın iki şıktan ibaret olmadığını, daha başka renklerin ve ara bölgelerin de olduğunu anladığımda artık içimdeki gardiyandan kurtulmuştum.

Devletin hapishanelerinde gün sayanlar bir gün elbet çıkarlar dışarıya, ama kendi hapishanelerinde yaşayanların günü şafağı belli değildir. Kişisel yüzleşme kolay değildir; insanın kendi içindeki düşmanı görebilmesi, onunla yüzleşebilmesi ise hiç değil… Uzun yıllar beni esir alan içimdeki gardiyanla yüzleşeli beri kendimi daha özgür, daha iyi hissediyorum. 

 

 

Herkes Dünyayı kendi bakışında taşır…

  Bir Sufi mankıbesinde okumuştum Dervişin biri günün belli saatlerinde şehrin hemen girişinde Dut ağacının gölgesinde dinlenirmiş. Şehrin g...