31 Mayıs 2021 Pazartesi

Sartre modeli Aydın muhalifliği sorgulamak


 

Ülkenin sol aydını, yazarı ve entelektüelleri Soğuk Savaş döneminden kalma tanımları ve düşünme biçimlerini terk etmedi. Bugün bile sol mahallenin kendisine örnek almak istediği aydın yazarlara bakalım, bu tezim daha bir güçlenecektir. Sol mahallenin dünya deneyimlerinden model aldığı kişilikler kimlerdir? Hiç kuşkusuz Jean Paul Sartre bir yazar, düşün insanı olarak başta gelir. Sartre üzerinde durmak iyi olabilir. İyi olabilir çünkü bu ülkede sol aydın yazarın olmak istediği model kişidir. Mesela “Sartre, Fransa’dır.” sözünü çok kullanırlar. Yine Fransa’nın Cezayir sömürgeciliğini eleştiren tavrı çok olumlu bulunur. Bence de Sartre’nin, ülkesi Fransa’ya karşı Cezayir halkının yanında olması o dönem takdire değer bir tutumdur. Sartre kendi alanında özgün felsefi bir düşünür olduğu kadar politik bir insandı aynı zamanda. Bazı siyasi konularda tavrını genellikle egemen devletlere/iktidarlara karşı koymuştur. Devletlerin karşısında çoğunlukla muhalif ve mağdurların yanında olmak istemiştir. Hele bir de bu muhalifler sosyalistse daha bir yakın oldu bu çevrelere. Sartre’daki bu sol savunuculuğu bazı durumlarda onu tavırsızlığa itmiştir. Mesela Stalin döneminde iç temizlik sırasında ve Gulag toplama kamplarında yapılan kıyımlar üzerine bir şeyler okuyamıyoruz kendisinden. Yazar Roger Pol Drot’un yazdığına göre, Sartre Gulag sosyalizmine olan yaklaşımından dolayı  Merleau-Ponty ile birlikte çıkardıkları Les Temps Modernes dergisinden ayrılıyor. Bu ayrılışın Sartre’nin  Sovyet sosyalizmine yakın siyasi pozisyon aldığından kaynaklı olduğunu anlıyoruz. Benzer bir şey Küba Devrimine ilişkin yaklaşımları için söylenebilir. 1959’da Küba’da devrim oldu. Devrim sonrası eşi Simone de Beauvoir ile birlikte Küba’ya giden ilk yazar, düşün insanlarındandı. Onlar Küba’da bulundukları sırada Ernesto Che Guevara devrimin baş savcısı görevindeydi ve yazılanlara bakılırsa eski rejimin yöneticilerinden 550 kişinin idamını istemiş ve bu idamlar onaylanmıştı. Yine eski rejimden insanların önemli bir kısmı Küba’dan ya kaçıyorlardı ya da onları devrim yapmış parti gönderiyordu. Birçok konuda eleştirel olan Sartre’nin, Küba izlenimlerinde bu konulara dair eleştirel bir tutum göstermediğini anlıyoruz. Stalin rejiminin Gulag toplama kamplarına dair eleştirel olmayan, Che Guevara’nın idamlarına sessiz kalan bir Sartre tabi ki Türkiye sol mahallesi tarafından model alınacaktır. Bir an Sartre’nin Stalin karşıtı olduğunu, Küba devriminde Che Guevara ve Fidel Castro’nun eski rejimin yöneticilerine yaptıklarını eleştirdiğini düşünelim. Aynı Sartre yine de model alınır mıydı? Sanmıyorum. Hatırlatmam gerekiyor, bu ülkede Soljenitsin’in “Gulag Takım Adaları” kitabını çeviren, yayınlayan sağ görüşlü bir yayınevi oldu. Hâlen daha sol mahalleden bir yayınevi cesaret edip bu kitabı yayınlayamamaktadır.

 

Bu ülkede sanat ve edebiyat  Soğuk Savaş döneminden kalma sol akıl alışkanlığının etkisi altındadır. Bu Soğuk Savaş dönemi etkisi entelektüel alanı esir almıştır. Bazı konuları bu mahallelerle tartışamaz, konuşamazsınız. Che Guevara’yı öven yüzlerce kitabın çevirisi yayınlanmışken, bir tek Che Guevara eleştirisi çeviri kitabı sol yayınevleri tarafından çevrilmemiştir. Buna benzer nedenlerden ötürü bu ülkede aydın yazarlar Sartre, devrimciler de Che Guevara olmak isterler. Olamasalar bile bu modellerin takipçileri, sürdürücüleri olarak kalma arzusundadırlar. Uzun dönem ben de bu konulara anlam verememiştim. Muhalif ve mağdurlara bunca açılan kredinin sebebi nedir? Devletin mağduru olmak, mağdura otomatikman bir haklılık payesi verebilir mi? Bence vermemelidir. Devlet mahallesinde mağdur olanların, kendi mahallelerinde zalim olması yeni bir şey değildir. Dün başka ülkelerde başkalarına tanınan bu mağduriyet kredisi, bugün bizde PKK ve radikal sol örgütlere tanınıyor. Bu örgütlerin bir mağduriyet mücadelesi verdiğine inananlar, amasız fakatsız destekliyorlar bu örgütleri. Bu mağdur olana tanınan kredili bakış açısı, sol mahallenin tüm ilişkilerine yansıyabiliyor.

 

Bugün Kürt dağındaki 40 yıllık çatışmalı sürece ilişkin devletin uygulamalarını eleştiren tüm edebiyat ve sanat çalışmaları sol mahallede değer görüp baş tacı edilirken, PKK ve sol örgütlerin benzer uygulamalarını eleştiren bir edebiyat çevresi göremiyoruz. Bu konuda yazanlar sol mahallelerden dışlanıyor ve katı bir sansüre maruz kalabiliyor. Devlet mağduru bir yazar olduğunuzda, bir de hapishanelere atıldığınızda, bütün uluslararası kuruluşlar ve örgütler anında sizinle dayanışma içine girebiliyor. Son yıllarda çok bariz biçimde anlaşıldı bu durum. Hükûmet karşıtı olmanız Avrupalı sivil kurumlardan hatta hükûmetlerden ödüller almanıza yetiyor. Kimsenin ne yazdığına, ne düşündüğüne ve eserine bakılmaksızın bu ödüller veriliyor. Burada kıstas alınan şey sanat ve edebiyat değildir; hükûmet karşıtı olmanız ve hapiste olmanız yeterli görülebiliyor. Böylesi bir durumda muhalif yazar sırf hükûmete muhalif olduğu için Avrupalı kurumlar tarafından ödüllendiriliyor. Buna mukabil aynı Avrupalı ödül kurumlarının PKK şiddetini eleştiren yazar-gazetecilere ödül verdiğine henüz tanık olmadık.

 

Özetleyecek olursam, bu ülkede sanat ve edebiyat Soğuk Savaş döneminden kalma sol  tahakkümün altındadır. Bu sol tahakkümün savunucuları yaşları ilerlemiş ihtiyarlardan oluşuyor. Bu ihtiyarlar sol siyasette olduğu gibi, sanat ve edebiyat alanında da gerçeği karartıyorlar. Şu kısık sesimle onlara, Sartre ve Che Guevara’nın 70 yıl öncesine ait bir dünyanın insanları olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Avrupa sol mahalleleri kendi ülkelerinde bu radikalizmi kapattılar. Ama ne hikmetse bizdeki radikalleri seviyorlar. Eğer bu çevreler müsaade ederlerse, tarihin ve zamanın dışına düşmüş, Soğuk Savaş dönemi sol radikalizmini biz de kapatmak istiyoruz.

 

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Herkes Dünyayı kendi bakışında taşır…

  Bir Sufi mankıbesinde okumuştum Dervişin biri günün belli saatlerinde şehrin hemen girişinde Dut ağacının gölgesinde dinlenirmiş. Şehrin g...