12 Eylül karanlığında siyasi abiler yeraltına çekilip,
firara çıkınca tüm meydanlar, Qırıklar’a kalır. O yıllarda bunların en
tanınanlarından biri de Yenişehir sineması önünde simsarlık yapan Diyarbekirli
Qırık Hano’ydu. Dolmuş simsarı Hano, yolcusunu gözünden tanırdı. Daha siz
yanına yaklaşmadan o, “Geş bin Erğani, geş bin!” ya da “Erğani kalmasın!.” O
andaki duruşu, el hareketleri bir Qırık'ın tüm özelliklerini yansıtırdı.
Ayağındaki siyah uçlu kunduranın topuğu kırık olur, elindeki tespih taneleri
ise hızlı biçimde sürekli dönerdi, “Geş bin Erğani!” dediğinde bile tespih
taneleri şakır şakır ses çıkarırdı. Parmak arasında şaklatarak takla attırıp,
kafasını dolmuşun içine uzatıp, “Delikanlı sen biraz kay, Teyzem sen de sola
yanaş” deyişini halen unutmuş değilim.
Ne zaman söz Diyarbekir’den, Qırıklardan açılsa aklıma
simsar Qırık Hano gelir. Onu şehirde tanımayan yok gibidir. Kulağı delik,
nerede çalıntı, orada buluntu. Kuştan önce haber alır, aynı hızda ulaştırılması
gereken adrese ulaştırırdı. 12 Eylül yıllarında yararını çok gördük. Qırıkça
bir dil oluşturmuşlardı, kendilerince şifreleri vardı. Tehlikeli bir durum
olunca yanına yaklaştığımızda eliyle işaret edip Qırık üslubu ile “Qeybol” derdi. Simsar
Hano’nun birçok Qırıktan farklı yanı yerleşik bir işyeri vardı. Qırıkların
kaşarlanmış olanları Beden’in çocukları olarak tanıtırlardı kendilerini. Bunlar
Dağkapı ve Xançepek’te kendi deyimleri ile “bilet keserlerdi”. Xançepek’in dar
sokaklarına yolunuz düştü mü ilk önce karşınızda bu Qırıkları bulurdunuz.
Bellerinde özel yapılmış bıçakları, (kendileri buna sator) der, sizin ne amaçla
Xançepek’te dolaştığınızı nereye gitmek istediğinizi hemen anlarlardı. “Harbi
konuşax hemşerim” der. “Biz adamı gözünden tanırığ”. Bu nedenle Xançepek
sokaklarına yolu düşen (Qırık dilinde o muhite ‘aşağı mahalle’ derler) Dağkapı
Suriçi’ndeki faytonları kullanmak zorunda kalırdı.
Diyarbekir’de ulusal mücadeleye ilk göz kırpan, ilk
etkilenen kesimlerden biri de bu Qırıklar'dır. ‘90’lar Qırıkları için bir yol
ayrımıdır aynı zamanda. Çatışmalı bu yıllar Diyarbekir’de Qırık döneminin
sonudur. Ulusal mücadele geliştikçe Qırıklarda da bir dönüşüm başladı.
Diyarbekir esnafına ilk önce onlar “kepenk kapa” dedi. Satorlarını bellerine
takıp bu kuralı bozmak isteyenlere “Kapa hemşerim, kapa!” dediler.
Hayatları boyunca, harbiden delikanlıca bir meydan kavgasını
her zaman tercih ettiler. Zayıfa, masum olana kıymadılar hiçbir zaman.
Qırıkların davası, varsa yoksa delikanlılık kurallarını hiçe sayıp da ‘yanlış
yapana’ydı. Kendi kurallarında can alma da yoktu. ‘90’lı yıllarda birçoğu
ulusal saflara katıldı. Dağa çıkanlar oldu. Birkaç tanıdık yüzle mücadelenin
farklı alanlarında karşılaştık. Bir yanları hala Qırıktı. “Simsar Hano”, “Tolas
Hamé”, Sarı Bayro”, “Hacı Rızgo” ve “Bucur Hako” bunlardandı. Hacı Rızgo’yu
küçüklüğünden tanırım. Gündüz ayakkabı boyacılığı, gece de Dörtyol’da yabancı
marka açık-kapalı sigara satardı. Yıllar sonra İstanbul’da rastladım kendisine.
Yıllar önce “boyasın abim, parlasın abim” diyen Rızgo, o görüşmemizde bana
gerilla cephesindeki son gelişmeleri aktarmıştı. Diyarbekir’de tanıdığım,
İstanbul’da karşılaştığım bir Qırık ta Simsar Hano’ydu. 12 Eylül yıllarında
Dağkapı-Yenişehir sineması önünde “Geş bin Erğani, geş bin” diyen Hano yıllar
sonra İstanbul’da Taksim dolmuş durağında bu defa “Erğani” yerine aynı üslubu
ile “Geş bin Aksaray, geş bin!” diyordu. Simsar Honu’yu sesinden tanıdım.
Yanına yaklaştım, baktım yine eskisi gibi, beni görünce hemen tanıdı. Elimle
yıllar önceki şifreyi yapınca unutmamış hemen “Qeybol!” dedi.
Qırık Hano da baskılara maruz kalınca çekip İstanbul’a
gelmiş. “Az kalsın beni de Qeybedeceklerdi” dedi. Çok sevdiği simsarlığı
İstanbul’da sürdürmek istemiş. Yine her zamanki gibi siyah uçlu kundurasının
topukları kırıktı. Elinde tespihi şaklatıp duruyordu. “Geş bin Aksaray, geş
bin” diyordu.
Her Diyarbekir delikanlısında bir miktar bulunur Qırıklık.
Qırık kültürü şehrin kendine özgü toplumsal şartlarının ürünüdür. 12 Eylül
karanlığında siyasi abilere epey yardımcı oldular. Her Qırık doğal bir kuryedir
o yıllarda. Kulakları delik olduğundan, sağdan-soldan haber yetiştirirlerdi.
Kendilerince siyasi işlere yardımcı oluyorlardı. Bir şeyler yaptıklarını, bir
işe yaradıklarını gördükçe mutlu olurlardı. Normalde toplum içinde pek
sevilmezlerdi. En ufak bir gelecek beklentileri yoktu. Umutsuzdurlar geleceğe
dair. Qırık için hayat her zaman Yılmaz Güney’in “Umutsuzlar” filminin son
sahnesi gibidir. Bellerinde satorları oldukça yaşarlar. Nerede bir kavga,
nerede faili meçhul bir olay oldu muydu ilk önce Qırıklar gözaltına alınırdı.
En fazla karakola onlar düşer. Karakollarla çok yüz göz olduklarından çoğu defa
ikili oynarlar. Çok zorda kalsa arada bir iş verir, günü kurtarmaya çalışır.
Qırık ne yapar eder karakola düşen arkadaşını kurtarmaya çalışır. Arkadaşı
karakolda olduğu müddetçe rahat etmez. Borç harç eder işi bağlar. Bunu
başardığında dünyanın en mutlu kişisidir. Başı göklere yükselir.
Qırıkça aşk…
Qırık'ın aşkı da Qırıkça'dır. Platonik aşkların en büyüğünü
onlar yaşar. Bir kız sever, gece gündüz arkasından koşturur. Tabii kızın haberi
bile yoktur bu durumdan. Sevdiği kız sokağa çıkınca Qırık elli metreden gözler
onu. Peşine takılır, belinde sator bıçağı, kıza yan bakanı gözetir. Bir yan
bakan görse vuracak, bazen kafasına koyduğu birini dar sokakta sıkıştırır.
“Vula Qahpe, demeğ dawama yan bakmışsın!” der ve girişir. Ertesi gün kimse
sormadan o icraatını söyler. Kendisince eylem koymuştur. “Qahpe yan bakmış!”
der. Kızın haberi olup olmadığı konusunda ise cevabı hazırdır. “Ben ahmağ
mıyam, çaktırır mıyam heç!”
Qırık aşkları böyledir. Bir kız sever kızın haberi
bile olmaz. Kendilerini şaraba vururlar. Normalde her Qırık iyi bir şarapçıdır
zaten. Şarap onlar için bir teselli ikramiyesidir. Qırık'lar çoğu zaman sevdiği
kızın ismini bile umursamazlar. O kendince bir isim koyar. Qırık'lar için en
güzel sevgili ismi “dawa”dır. Qırık aşklarında sevgili bir ‘dawa’ haline
gelmiştir. Sonunda kavuşmasa da “dawa”sı için yapmayacağı şey yoktur. Çoğu defa
vurur, vurulur hapislere girer, ama o yine de ısrar eder. “Qahpe, dawama
yan baktı!” der. Dawasına çok bağlı olmanın pratiği onlar için içkide çıtayı
yükseltmektir. Önce şarap, sonra kolonya, en son ispirtoya kadar yükselir bu
çıta. Hatta aşklarını ispatlamak için dört yola çıkar, önce bir yudum çeker
kafaya, sonra asfalta döker, çakmağı çakar, asfalttaki ispirto yanmaya başlar,
engel olmak isteyen olursa “içim yanir” der.
Qırık'lar düğünlerden hiç eksik olmazlar. Kırnata
ekiplerinin tümünü tanırlar. Diyarbekir’de düğünler yazları genelde evin
bahçesinde ya da mahalle aralarında sokakta yapılır. Qırık haberi alır almaz
kafayı çekip damlar düğüne. Kıyafeti tam takırdır. Oyuncu ekibinin başına
geçer, hele bir de “dawam” dediği sevdiği kız kenarda, kapıdan, bacadan onu
izliyorsa Qırık kendini kaybeder. O an folklorun her türlü figürünü sergiler.
Mendil almış başı çeker. Şehrin yerel oyunu “delilo delilo destane” dedikçe,
Qırık siyah uçlu kırık kundurasının topuğunu yere vurur. Düğün devam ederken az
sonra bir başka Qırık daha gelir, oyuncu ekibinin arasına katılır. Bir ekipte
iki Qırık oynamaya başladı mı diğer oyuncular yerlerine çekilir. Meydan
Qırık'lara kalır. Kim ne kadar figür sergilerse o izleyicilerin alkışını
toplar. Bunu bilen Qırık'lar yarış içinde yorgun düşene kadar oyunlarına devam
ederler. Qırık'lar düğünlerde genellikle “avare”yi oynarlar.
Qırık'ların da çeşitleri vardır. Kimi kahveci, kimi simsar,
kimi de hiçbir işe bakmaz, zuladan yaşar. Bu kesim Qırık'lığı yaşam biçimi
haline getirmiştir. Qırık'ların en çok uğradığı mekanlar kahvelerdir. Hatta ev
ile kahve arasında tercih yapmaya zorlanırlarsa kahveyi tercih ederler.
Qırık'lar arasında isim/nam yapanlar da vardır. Kendi aralarında semtleri,
köşe/bucakları paylaşırlar. Herkes kendi muhitinden sorumludur. Kimse kimsenin
bölgesine giremez. Hiçbir Qırık, toplumun kendilerine taktığı “Qırık” nam-ı
diğer “peQas”lığı kabul etmez. Her Qırık kendi kodu ile tanınır. “Pişo
Mahme”, “Kopo Sezo”, Dağkapılı Çeko” gibi... kendilerine sorarsanız “Bedenin
çocuği” derler. Her Qırık kendisini en hakiki Diyarbakırlı olarak görür. Hatta
normal, “Diyarbakırlıyız” demezler, “Diyaaarbakırlıyız”deyip vurgulu biçimde
uzatırlar kelimeyi. Diyarbakırlı her delikanlı “Pişo Mahme” yi tanır. En
azından ismini namını duymuştur. Gurbette başka bir şehirde Diyarbekirli
birine rastladığında diyalog kurmak için ilk sorularından biri “Pişo
Mahme’yi tani misin?” olur. Birkaç anısını mutlaka anlatır size.
Gurbete de çıkan en çok Qırık'lardır. Genelde İstanbul ya da
İzmir bir çoğunun ikinci adresleridir. Üç ay İstanbul’da kalıp memlekete dönen
Qırık, üç ay gurbette yaşadıklarını bütün kış boyu kahve ve sokak köşelerinde
anlatır durur. O bir yapmışsa elli de üzerine katar.
Aile ve mahalle baskısı sonucu bir çoğu hayatın zorluklarına
yenik düştü. Bazı Qırık'lar sınıf atladı iş güç sahibi olanlar oldu ama
Qırık'lık hep kaldı onların bir yerinde, kadim şehrin umutsuz, acılı bir
kuşağıdır Qırık'lar.
filmin son sahnesi de gelip çatmıştır artık. Çok uzaklardan
bir türkü yükselir. Şark bülbülü Diyarbekirli Celal Güzelses’in sesinden,
“40 yaşında belleri bükülür
45’inde günahlarına ağlar
50’sinde insanlara bel bağlar.
Dağbaşına çökmüş dumana benzer”
Dağkapı sur içinden kalkan bir fayton, Xançepek’e doğru yol
alır.“Geş bin Qırıx Hano, geş bin” o günler de geldi geçti, bir yalana
benzer.
...Görsel: Adanalı bir arkadaşımıza benziyor...
YanıtlaSil